İnsanlık tarihi boyunca, kişilerin birbirleriyle veya çevreleriyle olan etkileşimlerinden kaynaklanan içsel zorluklar farklı biçimlerde yorumlanmıştır. İlk dönemlerde bu tür sorunlar, daha çok birey üzerinde etkili olan aşkın güçlerle açıklanırken, hastalıklar ve rahatsızlıklar gözle görülmeyen ruhsal varlıkların kişiye musallat olması şeklinde tarif edilmiştir. Bazı durumlarda ise bu sorunlar, bireyin hatalarını düzeltmek amacıyla aşkın güçler tarafından gönderilen mesajlar olarak yorumlanmıştır (Norcross, 2005).
Günümüzde ise bu tür zorluklar, psikotik belirtilerden epileptik ataklara, kişilik bozukluklarından nevrotik süreçlere ve geçici reaktif durumlardan madde kullanımına kadar geniş bir yelpazede, farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan sıkıntılar olarak değerlendirilmektedir (Magnavita, 2002). Doğa bilimlerine dayalı bilimsel bakış açısı, insanın psikolojik zorluklarına da aynı deneysel ve kanıta dayalı yaklaşımla bakmış; insanın ruhsal yapısı bu doğrultuda incelenmiştir. Bu nedenle, kişilerin yaşadığı zorlukları anlamak için hastalıkların nedenlerini incelemeye yönelik bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Başlangıçta, akıl hastaları üzerinde yapılan araştırmalar, bu kişilerin beyin veya organik bir bozukluk yaşadığı varsayılarak tedavi edilmeye çalışılmıştır. Akıl hastalıklarının dışında kalan kişilik bozuklukları ve nevrotik durumlar da araştırılmaya başlanmış ve bu kişilerin yaşadığı durumlar anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
Psikoloji tarihine baktığımızda, bu yaklaşımların ilk olarak davranışçılıkla başladığı, daha sonra bilişsel süreçlere evrildiği ve ardından insan duygularının bireyin yaşamındaki öneminin keşfedilmesiyle duygu odaklı terapilere yöneldiği görülmektedir. Bugün geldiğimiz noktada, bu evrelerin ve yaklaşımların birbiriyle etkileşim içinde bir sistem oluşturduğunu görmekteyiz (Gold ve Wachtel, 2006).
İnsan; duygu, düşünce, davranış ve fizyolojisiyle bütüncül bir varlıktır ve bu unsurlar birbirinden ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Her birey, tamamen öznel bir yapıya sahip olup, her an yaşadığı duygu, düşünce ve davranışları tekrar edilemez bir öznellik taşır. Bu nedenle, bu unsurlardan herhangi birini göz ardı eden bir danışmanlık yaklaşımı eksik kalacaktır. Yalnızca düşünceye odaklanan bir yaklaşım, bireyin bütüncül yapısını göz ardı ederken, sadece duygulara odaklanan bir yaklaşım ise düşünce ve davranışları ihmal etme riski taşır. Bu sebeple, duygu, düşünce ve davranışın bir arada ele alındığı dengeli bir yaklaşım gereklidir.
Davranışçı ve bilişsel danışmanlık yaklaşımları daha çok bireyin bilinç düzeyine odaklanırken, dinamik yaklaşım bilinçdışını ele alır. Bütüncül yaklaşımlar ise hem bilinçli hem de bilinçdışı süreçleri inceleyerek, bireyi kapsamlı bir şekilde anlamayı ve desteklemeyi hedefler (Goldfried, 1995). Bu yaklaşım, farklı teorilerin değerini kabul ederek, bireyin duygularına, düşüncelerine ve davranışlarına hangi seviyede odaklanılması gerektiğini belirler. Bütüncül yaklaşım, birden fazla terapi yöntemini birleştirerek, bireyi en kapsamlı şekilde anlamayı amaçlar (Beutler ve Hodgson, 1993). Farklı kuramların birbirleriyle ilişkilerini ve aynı durumlara farklı anlamlar yüklediklerini kavramak, bir terapist için büyük önem taşır.
Son olarak, danışmanlık yaklaşımları uzun zamandır bir bütünleşme sürecindedir (Lazarus, 1989) ve bu süreçte Psikoterapide Bütünleşme Araştırmaları Birliği (SEPI) gibi kuruluşlar, teorik yaklaşımlar, uygulamalar ve araştırma yöntemlerini bütünleştiren çalışmaların gelişimine katkı sağlamaktadır. Ülkemizde SEPI’nin temsilcisi olan Uzm. Dr. Tahir Özakkaş, ‘Rölatif Bütüncül Yaklaşım’ı geliştirmiş ve bu yolla danışanın sorunlarını kaynağına göre değerlendirip Davranışçı Terapi, Bilişsel Terapi, Psikodinamik Terapi ve Hümanist-Varoluşçu yaklaşımlar arasından en uygun olanını seçerek uygulamakta ve öğrencilerine de bu yaklaşımı detaylarıyla öğretmektedir. Bu yaklaşım, bireyin kültürel bağlamını da dikkate alarak, danışmanlık sürecinin kültüre duyarlı bir şekilde yürütülmesini ön planda tutmaktadır.
Kaynaklar
- Norcross, J. C. (2005). A primer on psychotherapy integration. In J. C. Norcross & M. R. Goldfried (Eds.), Oxford series in clinical psychology. Handbook of psychotherapy
integration (pp. 3-23).
- Gold, J. ve Wachtel, P. L. (2006). Cyclical Psychodynamics. In Stricker G. and Gold J., (Eds.), A casebook of psychotherapy integration (1st ed., ss 79-88). Washington DC: American Psychological Assosiation.
- Goldfried, M. R. (1995). Toward a common language for case formulation. Journal for Psychotherapy Integration, 5(3), 221-4.
- Magnavita, J. J. (2002). Theories of personality (1st ed). New York: John Wiley & Sons, Inc.Press.
- Beutler, L. E. ve Hodgson, A. B. (1993). Prescriptive psychotherapy. In Stricker G and Gold JR.(Eds.), Compherensive handbook of psychotherapy integration (p 151-163). NewYork and London Plenum Press.
- Lazarus, A. A. (1989). The practice of multimodal therapy: Systematic, comprehensive, and effective psychotherapy. Baltimore: Johns Hopkins University Press.